30 Mayıs 2007

Büfk'e destek

Başta Hürriyet gazetesi olmak üzere medyanın Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü'ne yönelik yapılan karalama kampanyasının karşında sanata ve kültüre duyarlı gencler olarak tavrınızı ifade edin. Sizde imzalayın!
Sanat'ı susturulmaması icin....
Teşekkürler
Tetra

28 Mayıs 2007

Buse ne yapicak?

Bu yazı Buse mezun olduktan sonra ne yapacak diye merak edenler icin. Aslında benim yıllarca bildim bileli kafama koyduğum yurtdışında eğitim görme çabalarımı bile bile ses tonlarinda sinsilik kokan o garip sorulara tam bir netlik kazanması adına yazıyorum!!!

Amerika'da okumaya nedense baştan silen ben epey bir sure fransa mi yoksa ingiltere mi diye gidip gelirken bir fransiz ekolünden çıkma biri olarak ingiltere'yi seçmem şaşırtıcı gelsede mantık olarak doğru bir seçim yaptığıma inanıyorum. Fakat son zamanlar yine de üniversite eğitim sistemi konusunda Amerika'nın en iyi olduğuna katılıyorum. İki dilde oldukça hakim olmanın avantajlarını kullanmak istiyorum aslına bakıllırsa hayatta her zaman sahip olduğumuz özellikleri kendimize avantaj olarak çevirmekten yana olduğumu belirtmek isterim. Ben bir türk olarak, fransız ekolünden yetişmiş bir türk olarak ingiltere de her zaman daha farklı bir konumum olacağım. Ayrıca çokkültürlü bir toplumda bir yabancı olarak yaşamayı da daha kolay buluyorum. Ne yapıcağıma gelince biraz ingiltere'de ki egitim sistemini anlatayım.

Bir kere uluslararası bir diplomaya sahip olmayınca ingiltere de ozel lise bitirme diploması veya devlet lise diplomasına sahip olununca bir yıl Foundation isimli hazırlık yılı okunuluyor. Binbir çesit alanı var ve her okulunki farklı içeriklere sahip ve herkes herkesinkini kabul etmiyor yani istedigin her yere basvuramıyorsunuz :( İki seçenek var ya bu yol ile oylesine bir okula gidilecek hani su hilton otellerindeki ogrenci avı haline gelen egitim fuarlarına gelen okullara ya da oranın lise bitirme sınavlarına hazırlanılacak veya ona denk bir baska metod izlenilecek ki bu da en fazla 2 yılını alabiliyor.

Önemli bir şeyin altını çizmek gerek bu konuda oldukça iyi araştırma yapmış biri olarak ingiltere'de eğitim konusunda tek bir şey söyleyebilirim orada eğitimin büyük bir paya sahip olan bir sektör haline geldiğidir. O nedenle adımlarımı atarken çok dikkatli olmalıydım. Çok düşündüm taşındım ve sp'deki notlarımla iyi bir okula gidecemeyeciğ gerçeği ile yüzleştim. Onlar herşekilde turkiye'de egitim sistemini anlamak istemiyorlarsa da ben kendi okulum ile herhangi bir özel lise ile denk tutan bir manteliteye gore gelecegime sekil veremem.

Benim hic bir acelem yok erken mezun olup is aramaktan yorulan gencleri gordukce bu duruma girmek pek de istemiyorum onun icin elimden gelenini en iyisini yapmaya hazırım imkanlarımın sınırlarını zorlayarak.

Londra'ya 50 dk uzaklıkta kucuk, sessiz, ögrencilerle dolu bir deniz sehri olan (bana gore kasaba) brighton'da city&college isimli okulda ( bir nevi yüksek öğrenim koleji olarak adlandırabiliriz ) sanat ve tasarım üzerine 3 A level a ( yani oranın lise bitirme sınavları) artı onceden bahsettigim foundation yılına denk sayılan BTEC yüksek ulusal diploma almak icin 2 yil okuyacagım. Daha çok pratik ve teknik konu ağırlıklı kabiliyete odaklanan bir programa sahiplar.

Bu zaman içinde hem dilimi geliştireceğim fikirlerim daha iyi oturmuş olacak ve bu konuda daha iyi ve saglam adımlar atabilecegim. Bu ululararası diplomayı da aldıktan sonra dünya'da istedigim yere basvurabilecegim fakat şunu da belirtmek de yarar var ki sainte pulchérie deki hic bir notumun onemi kalmayacak 1.5 yıl sonraki universite basvurularımda. Yeni yapacağım projelerden, sınavlardan en kadar iyi not alırsam o kadar benim icin iyi olacak. Bu süreçte umarım kitap okumaya daha fazla zamanım olup kendimi geliştireceğim :)

Ben ne galatasaray sınavına ne de öss ye giriyorum. Tek bir şeye odaklandım o kadar!

Kariyer olarak ne yapicak bu kiz diye sorarsanız şimdilik küratörlük düşünüyorum sonucundan Türkiye'de çok büyük bir açık var bu konuda, bundan yararlanıp küratörüm diye ortaya atılanlarda var gerçi de... Ama ciddi bir akademik bilgi birikimine de ihtiyac var bu da gerçek o nedenle akademik yonde de bir kariyer yolu tercih edilebilir. Gönlümde hep yatan flamenko dans kariyerinin ateşini birazcık söndürebilen bir yolu şeçtim arada alevleniyor bu ateş ama bakacağız artık hayat ne gösterecek kimbilir...

Eger herhangi bir sorunuz olur ise zevkle cevaplarım.

Umarım kimilerin kafasındaki bir kaç soru işaretini silmişimdir

Buse

26 Mayıs 2007

Paroles de Mon Pays

Je ne connais pas ce soleil
Qui brûle les dunes sans fins
Je ne connais pas d’autres terres
Que celle qui m’a tendu la main
Et si un jour je pars d’ici
Que je traverse le désert
Pour aller voir d’ou vient ma vie
Dans quelle rue jouait mon père
Moi qui suis né près de paris
Sous tout ce vent, toute cette pluie
Je n’oublierai Jamais mon pays
Jamais mon pays
Et si demain comme aujourd’hui
Je dois faire le tour de la terre
Pour chanter aux mondes mes envies
Voyager des années entières
Moi qui suis né tout près d’ici
Même si je quitte mes amis
Je n’oublierais Jamais mon pays
Troooop
De souvenirs gravés qui courent
D’ écoles et d’ été
Trop d’ amours pour oublier
Que c’est ici que je suis né
Troooop
De temps abandonné
Sur les bancs de ma cité
Trop d’ amis pour oublier
Que c’est ici que je suis né
Que c’est ici que je suis né
Je ne connais pas ce parfum
De menthe et de sable brûlant
Mais seulement les embruns
Où les rouleaux de l’océan
Et toi qui me trouve un peu mate
Pour ses rues bordées de prairies
Un peu trop blanc couleur d ‘Euphrate
Pour ses poèmes que j’ai appris
Tu es bien le seul que j’oublie
Telle l’ étoile fidèle a la nuit
Je n’oublierais Jamais mon pays
Jamais mon pays
Troooop
De souvenirs gravés qui courent
D’ écoles et d’ été
Trop d’ amours pour oublier
Que c’est ici que je suis né
temps abandonné
Sur les bancs de ma cité
Trop d’ amis pour oublier
Que c’est ici que je suis né
Que c’est ici que je suis né
Et comme toi j’attends la pluie
Pour lui dire toutes mes peines
Tout comme toi, je lui souris
Quand elle tombe sur la plaie
Quand elle tombe sur la plaie
Troooop
De souvenirs gravés qui courent
D’ écoles et d’ été
Trop d’ amours pour oublier
Que c’est ici que je suis né
Troooop
De temps abandonné
Sur les bancs de ma cité
Trop d’ amis pour oublier
Que c’est ici que je suis né
Que c’est ici que je suis né
Troooop
De souvenirs gravés qui courent
D’ écoles et d’ été
Trop d’ amours pour oublier
Que c’est ici que je suis né


25 Mayıs 2007

Istanbul'lu Sanatcilar Paris Center Pompidou'da

Genco Gülan ve Öğrencisinin Filmleri Paris Center Pompidou’da

Sanatçı Genco Gülan ve öğrencisi Meral Aydın’ın Filmleri önümüzdeki Haziran ayında Paris Center Pompidou’da gösterilecek. Bu yılında üçüncüsü yapılacak olan Pocket Films Festival’de Gülan ve Aydın filmleriyle Türkiye’yi temsil edecekler.

8 - 10 Haziran 2007 tarihlerinde Paris Center Pompidou’da yapılacak olan Festivalde Genco Gülan’ın “düş” ve “Visa” başlıklı iki çalışması, Meral Aydın’ın ise “isimsiz 4” başlıklı çalışması yarışmalı bölümde gösterilecek.

Genco Gülan’ın 2007 yapımı “düş” isimli filminin metni eşi Yeşim Özsoy’a Gülan’ın “Son Dünya’sından” bir alıntı. Perihan Kurtoğlu rol aldığı yapımın görüntü yönetmeni Özer Arslan. Filmde, paraşütle düşerken boşlukta asılı kalmış kadın, adeta sayıklar gibi konuşup kendi etrafında dönerek içinde bulunduğu durumdan kurtulmaya çalışırken aynı zamanda nerede olduğunu tanımlamaya çalışır. Gülan’ın “Visa” isimli çalışmasında da sanatçı kredi kartını elektrikli bir matkap yardımı ile tahrip eder. Küresel elektronik kapitalizm ile başa çıkmak için bize faydalı bir yöntem önerir.

Avusturyalı sanatçı Alexandra Reill’in Genco Gülan ile yaptığı röpörtaj geçtiğimiz Nisan ayında da “Kunst im Trend. Artists' Voices: Genco Gülan” başlığı ile Underdog Film Festivali kapsamında Avusturya’nın Viyana şehrinde gösterilmişti.

Pocket Films Festival’de yer alacak Meral Aydın’ın “isimsiz 4” adlı 2007 yapımı ise 1970lerin Türk filmlerine referans verir. Sessiz animasyon, gözlerle hala çok şey anlatıla bilineceğinin altını çizer. Aydın geçtiğimiz ay Genco Gülan’ın “Sahibinden Manzaralı” sergisinde yer alan “2” projesinde de görev almıştı.

22 Mayıs 2007

ŞEHİR

ŞEHİR

‘Bir başka ülkeye,bir başka denize giderim,’dedin,
‘bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-bir ceset gibi- gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem ,nereye baksam ,
Kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
Boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.’

Yeni bir ülke bulamazsın,başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.Sen gene aynı sokaklarda
Dolaşacaksın.Aynı mahallede kocayacaksın;
Aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.Başka bir şey umma-
Bineceğin gemi yok,çıkacağın yol yok.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada,bu köşecikte,
Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.
KONSTANTİNOS KANAFİS
Çeviren:CEVAT ÇAPAN

20 Mayıs 2007

Umutsuz Aşka Gazel

Ne yapsam şimdi diye bakınırken dağınık odamda gördüm onu, kıpkırmızı bakıyordu bana. Nasılda onu anlatan bir renk, kanın, ateşin rengi ama herseyden önce tutkunun. Bahsettiğim Lorca'nın kırmızı yayınlarından yeni basılan kitabı "Aşk Şiirleri". Elime alıp sayfaları karıştırmaya başladım ve onu buldum umutsuz aşka olan gazelini...

İstemiyor gelmeyi gece,
ne sen gelesin
ne de ben gidebileyim diye.
Ama ben gideceğim
şakaklarımı parçalasalar da akrepten güneşler.
Ama sen geleeksin
tuz yağmurlarında yanmış dilinle.
İstemiyor gelemeyi gün
ne sen gelesin
ne de ben gideyim diye.
Ama ben gideceğim
örselenmiş karanfilimi kurbağalara bırakıp.
Ama sen geleceksin
Karanlığın kokuşmuş pisliklerinden.
Ama istemiyor gelmeyi ne gece ne de gündüz;
çünkü yanmamı istiyor senin sevdandan,
senin de benim sevdamdan.
Gelmek istemiyor gece,
Gelmeyişin ondan,
Benim gidemeyişim.
Gideceğim ama,
Akrepten güneşler bile yese şakalarımı.
Geleceksin ama,
Tuzlu yağmurların yaktığı dilinle.
Gelmek istemiyor gün,
Gelmeyişin ondan,
Benim gidemeyişim.
Gideceğim ama,
Bırakıp çiğneniş karanfilimi kurbağalara.
Geleceksin ama
Çamurlu lağımlarından karanlığın.
Gelmek istemiyor ne gün ne gece,
Ölebilirim senin için,
Ölebilirsin ondan.
"...Bir görsem geçtiğini
Elvira Kapısından,
öğrensem de adını koyversem gözyaşarımı..."
Buse

TANRILAR


TANRILAR
Tanrılar kimlerdir? Kural koyanlar ve yeni dünyalar kuranlar tanrıdırlar. Onların inananları, köle olmasa da onlara itaat edenler vardır. Tanrı olmak kolay mıdır peki? Hiçbir şey kolay olmadığı gibi tanrı olmak da kolay değildir. Yaratma gücünü elde tutmak, umutsuzluğa kapılmamak ve hayal etmek gerekir. Kurulan hayallere inanmak ve onları inanılan yapmak gerekir. Korkmamak belki de ilk kuraldır onlar için. Tanrılar ne başkalarından ne de kendi yapabileceklerinden korkmamalıdırlar. Evet, onlar kendileri için çok tehlikelilerdir çünkü onlar yeteneklidirler ve bu güç otokontrolü elden kaybetmek için yeterlidir. Yapmaları gerekenleri bilirler. Onlar ufak reklamcılardır ve reklama ihtiyaçları vardır. Görmek ve duymak bizler içindir ve de hissetmek. Ama bunlar onlarda yüksek bir eşikte mevcuttur. Bu eşik bizimkine oldukça uzak olabilir.Onlar göremediklerimizi görür ve duyamadıklarımızı duyarlar. Peki bu tanrılar kimlerdir? Bu tanrılar hiç kuşkusuz modern dünyamızın hayal makineleri ‘Yönetmenler’ dir. Yönetmenler birkaç saatliğine dünyalar kurarlar, onlara inananlar vardır ve korkusuzdurlar. Kurallar koyarlar biz o kurallara uyar ve oyunu oynarız. Üretkendirler , bir oyun bir oyunu tutmayabilir. Yönetmenler tanrılardır. Bizim dünyamızın mitolojik kahramanlarıdır onlar. Savaşırlar,ateş yakarlar,su olurlar, kaybolurlar,metamorfoza uğrarlar,ağaç olurlar,aşık olurlar,doğururlar ve doğurturlar. Yüzlerce çocukları bitip tükenmeyen soyları vardır. Başka tanrılarla birleşirler ,kaynaşırlar,onları kıskanır ve onlara taparlar. Rekabet oyunun kurgusunun anahtar kelimesidir. Rekabetin esiri olmayanlar gerçek tanrılardır diğerleri ise yalancı, küçük tanrılardır. Benim de tanıdığım bir tanrı var. Küçük ,çocuk ,korkusuz, umutsuzluk duvarına toslamayıp onu ortadan kaldıran bir tanrı. Onun adı Tolga AKMAN. Onun da inananları var. Hayaller kurar ve inananlarını bu hayallere inandırır. Bu hayallerden ben de nasibimi aldım ve bende inananım. O oyuncu bir tanrıdır,senaryolar yazar, sesler duyar ve şarkılar çalar ummadık zamanlarda onun beyninde . Sesleri benimle paylaşır. O sesler her yerdedir. Bir gün seslerden biri O’nu çağırdı ve ödüllendirdi. O artık tescilli bir tanrı. Sesler kutlu olsun ve artarak çoğalsın Tolga AKMAN. İnananların seni kutlar!

MERVE ARCASOY

19 Mayıs 2007

Sainte-Pulchérie' den gitmeden yapılması gereken 9 şey:

1-Bahçedeki meşe ağacının dallarına tırmanmak
2-Okulun ön bahçesine tebeşirle fransızca ilan-ı aşk etmek
3-Çatıya çıkıp saati tamir etmek
4-Asansöre binmek
5-Yangın ziline basıp kaçmak(nereye kadar kaçılırsa artık...)
6-Hazırlık sınıflarına gidip neler çekeceklerini anlatmak(Bol hayalgücüyle: ''lise3te dalağınızı çıkarıyor, kağıda çizmenizi istiyorlar. lise 4te de... '')
7-Okul eteğinin üzerine kırmızı t-shirt giymek
8-Diplomayı aldktan sonra çığlık atıp fransızca kötü sözler söylemek :)
9-Bütün bunları yaptıktan sonra disiplin kuruluna gidip nasıl bir yer olduğuna bakmak

SELVA KARCI

11 Mayıs 2007

7-7-9

Azizlerim, bu yazı 2001 yılında SELVA KARCI tarafından yazılmış, o yılda altzine.net sitesinde yayınlanmıştır.Yazar adına daha sonra utandırıcı bir öğe olarak kullanmak yasaktır. :) Bu 7-7-9 hikayeleri 4 parçadan oluşmuş, 3ü yayınlanmış, 1'i hiç yayınlanmamıştır. Böylece dizinin hiç bitmemesi sağlanmıştır. Bu dizinin 2. hikayesidir. Yekta Kopan ve Murat Gülsoy tarafından geleceğin yazarı olarak adlandırılmıştım bu seriden sonra:)

EĞER BİR KEDİ ÇOK YERSE

7-7-9, karlı Çarşamba akşamı, gayet ışıklı salonunun köşesindeki küçük yuvarlak masasına oturmuş, gizli evraklarını tarih sırasına göre diziyordu. Bu arada hep evde giydiği o yeşil kedili pijamasına kırıntı dökerek o ünlü kahveli kurabiyelerden yiyordu. Bu sefer onları kendisi yapmamıştı, fırından almıştı. Son kalanları da Lovelace Kontesiyle ailesinin gizemini öğrenmek için Mısır’a gittiğinde yanına almıştı. Lovelace Kontesi kurabiyelerini sütle, 7-7-9 da sütlü kahvesiyle kemirmeyi severdi.

Kahveli kurabiyelerinin arasına karışmış olan bir çikolatalı kurabiyeyi de küçük ısırıklarla yerken, 7-7-9 evraklardan birinin yerinde olmadığını gördü. Neden hiçbirşey yerinde durmuyordu ki? Çikolatalı kurabiyenin geri kalanını da Lovelace Kontesinin süt kasesinin içine koyan 7-7-9, evrağın izini sürmek için tavanarasına çıktı.

Tavanarasının kapısını yavaşça itti. Eski ahşap kapı gıcırdayarak açıldı. Soğuk ve kar kokulu soğuk bir rüzgar 7-7-9 un yüzüne çarptı. Bu kapıyı da hala yağlamamıştı. Zaten tavanarasına çok sık çıkmazdı. İçinde bir sürü tozlu kıyafet, sandık ve oyuncak olan hatta birkaç fare bile yaşayan (oraya nasıl çıktıkları hakkında hiçbir fikri yoktu) karanlık, nemli ve sıkıcı bir yerdi. Sürekli de temizlenmek istiyordu. Tavanarasına gündüz girdiğinde kirişlerin arasından sızan bir parça ışık önünü görmesine yardımcı olurdu ama şimdi gece olmuştu, ışık falan yoktu. Gaz lambasını getirmediğini fark ettiği için merdivenlerden aşağı indi. Yukarı çıkıp lambayı duvardaki paslı uzun çiviye asınca oda aydınlandı ve 7-7-9 un gözüne daha hoş gözüktü..Gerçekten oldukça tozluydu. ‘Belki de biraz düzeltmeliyim’ dedi ve tozları önemsemeden eski bir sandığın önüne oturdu. Sandığın üzerine eskimiş altın kabartmalarla 7-7-9 yazılıydı. Altında da Latince bir cümle vardı. 7-7-9 bir an düşündü. Bu sandığı daha önce gördüğünü sanmıyordu. Latinceyi de mükemmel olarak bilmesine rağmen ne yazdığını anlayamamıştı. Sandığı biraz zorlayarak kaldırdı, evirdi çevirdi, başka bir yazı yoktu. Sandığın kilidi biraz zorlanınca açıldı. Paslanmıştı ve tahtası da şişmişti. Tavana baktı. Eriyen karlar damla damla 7-7-9 un uzun sarı saçlarına akıyordu. Soğuk içine işlemişti. Sandığı sürükleyerek eski kapıdan çıkardı, yavaş yavaş merdivenlerden indirdi. Aşağı indiğinde Lovelace Kontesi sandığın üzerine sıçradı. Belli ki bu sandık işi hoşuna gitmişti. Onun için araba görevi falan görüyor olmalıydı.

Dışarıdan bakan bir kişi 7-7-9 u, sandığının başında merakla oturan Pandora’ya benzetebilirdi kolayca. Sandığı yavaşça açtı, ve içinden birkaç kitap çıkardı. Bunlar kap derileri eskimiş, kırmızı ve tozlu kitaplardı. O sırada okusun mu okumasın mı tam olarak emin olamıyordu. Daha sonra bakmak üzere kenara koydu. Sandığın altlarına doğru baktıkça sadece eski kitaplardan oluştuğunu gören 7-7-9, gerçekten çok ilgilenmişti. Bu kitapları daha önce gördüğünü hatırlamıyordu. Tabi insan kendi tavanarasından çıkardığı kitapları gördüğünde bu kadar şaşırmaması gerekir ama insan dedektif olunca gerçekten her konuda daha fazla düşünüp kendi halinde duran herşeyi sorunlu sanmaya başlıyor.

O sırada nereden geldiği belli olmayan bir rüzgar sandığın kapağını kapattı ve sandığın bir kaç tahtası parçalandı. Az kalsın Lovelace Kontesinin kuyruğu sıkışacaktı. 7-7-9 ayağa kalktı ve rüzgarın nerden geldiğini öğrenmek için büyük bir araştırmaya girecekken, tavanarasının kapısını açık bıraktığını gördü koşarak çıktı ve kapıyı kapattı. Dışarıda tipi vardı. Her yer karla kaplanmıştı. Aşağı indi ve yeniden oturdu. Kitaplardan birini eline aldı; kedilerden, onların davranışlarından, yıldız hareketlerinin kediler üzerindeki etkilerinden bahsediliyordu. Kitabın sonlarına doğru, çok yiyen kedilerin ne yapmaları gerektiği anlatılıyordu. Bazı yerlerde yazı çok okunaksız hale geliyordu. Acele yazılmış sayfalar vardı. Ama bazı sayfalarda yavaş ve tek kelimeyle mükemmel yazılmıştı. Diğer kitapta da bu tip bilimsel veriler bulunuyordu. Kitabın sayfalarından birinden hop diye 7-7-9u n kucağına aradığı gizli evrak düştü. Ama 7-7-9 bunun nasıl olduğunu pek fazla düşünmedi çünkü önünde yoktan var olmuş koca bir sandık vardı. Sandığın başına geri döndü.

Sandıktaki kitapların arasından bir takvim çıktı. 1785 tarihli bir takvimdi bu. 31 Aralık işaretlenmişti. 7-7-9 o günün de 31 aralık olduğunu hatırladı. O zaman bugün yılbaşıydı. Ama 7-7-9 hiçbir hazırlık yapmamıştı!

Hiçbir yılbaşında evine biri gelmezdi. O günü herkes ailesiyle beraber geçirirdi ve hepsi çok neşeli olurdu. Ayrıca herkes birbirine hediyeler verirdi. Ama 7-7-9, bütün gece kedileriyle oturur, onların tüylerini tarardı. Tabii ki böyle çok mutluydu ama bir yılbaşı olsun biri gelip ona bir hediye verse fena olmazdı yani. Sadece geçen yılbaşında bir adam gelmişti. 7-7-9 onu daha önce hiç görmemişti ama yine de öyle mutlu olmuştu ki... Hatta onu evine davet bile etmişti ama adam bunu reddetmiş, bir de üstüne üstlük ‘Termit’ ailesinin nerede yaşadığını sormuştu. 7-7-9 un içinden tozlu yerlerde demek geldi ama yan apartmanda demekle yetindi. Adam giderken de ona bir tane kahveli kurabiye verdi.

Bu yılbaşı da kimse gelmeyecekti. Sandığı unutup bodruma indi ve yılbaşı ağacını çıkardı. Dallarını kırmamaya çalışarak merdivenlerden yukarı sürükledi, salonun ortasına kurdu ve süsleri üzerine takmaya başladı. Olabildiğince yavaş yapmaya çalışıyordu ki çabuk bitmesin. Lovelace Kontesi de burnuyla bir yıldızı gösteriyor, sonra arkasını dönüp kuyruğunu sallıyordu. 7-7-9 eğilip yıldızı Lovelace Kontesinin kuyruğuna taktı. 7-7-9, saatlerce ağacı değişik süslerle süsledi. Bir sürü parıldayan ve renkli süsü ağacın dallarına astı. Birkaç tepsi de kahveli kurabiye yaptı. Sonra bahçedeki kedileri eve davet etti ve onlarla küçük bir parti yaptı. Evine kediler gelmişti, tamam, ama hiçbiri ona hediye getirmemişti. Ayağa kalktı ve sandığı gördü. O zaman anladı ki ona verilebilecek en güzel hediye üzerinde adı yazan, yani zaten onun olan bir sandık dolusu çözülmeyi bekleyen sırdı.

7-7-9

07 Mayıs 2007

GEÇ Mİ?

Geç mi kaldım acaba? Söylemeli miydim önceden? Peki ya çok ayıp olursa? Ya rezil olursam? Bu işte bir gariplik var ben böle şey görmedim.Çok garip.Bu işte bir iş var. Hımm,ya şimdi onlar mutlularsa ve ben de parantez dışında kaldıysam ? Ne mi yaparım? Biraz beklerim,sabredirim çünkü her seyin bir ömrü vardır ve onların bu ortak parantezlerinin de bir sonu vardır. Sonra o x mi y mi neyse onu alır çıkarırım ordan ve güzelce parantez içine alırım kendimi. Çok basit.Üzülmüş gibi miyim ? Hıh hiç de değil hala vaktim var ve ben bu vakti iyi değerlendiricem ve sonrasını da buraya yazacağım.Bakın bunu da buraya yazıyorum her şeyin bir ömrü vardır.Bir ay mı iki mi hadi en fazla 3 ay …Sonra ben tak parantezin içindeyim .Bunu da yazarım ,bekleyeceğiz biraz.
MERVE ARCASOY

04 Mayıs 2007

SP 2007 mezunlarının meziyetleri (öss yi kazanamayınca evlenmeye karar verdiler, fakat görücü usulü çünkü okulda erkek yoktu. )

Efendim, kızımız türev alır, integral alır. Bir matris determinant çözer ki, ağzınız açık kalır. Sonracıma efendim, eline bir texte verin, incelesin. Fransızca bilir, ingilizce bilir... Le siecle de lumiere aydınlarını sorun, bir bir söylesin. Önüne bir geometri sorusu koyun; dörtgen görür üçgen görür, çember görür.. Ama börek çörek açamaz.

Selva Karcı

05/05/07 lapsus toplantisi msn ortaminda saat 22.27

Bu yazinin kimin tarafindan yazildigi tahmin ediliyor. Tahminler yanlis bir tek Zeynep'in ki tutar :) bu yaziyi selva yazmistir (hemen eklenir yazini altina) ve tam bizim son sinavlardaki karmasik duygularimizi ve sp li bir genc kadin olarak :) kendimizi sorguladigimiz anlara denk gelmistir...Peki baska neler eklenebilir? hmm...dusunun kizlar!!! aman evde kalmayalim sakin ha! :)

- Biz sp kizlari argüman bulur ve konkülüsyon yapariz. O argümanlarin altini mavi ile kırmızı ile cizeriz. Cok saygılıyızdır.

-Çok iyi definition yazarlar.

-Encyclopédie bile yazarlar.

-Deli İbrahim ve 4.Murat'ı yakından tanırlar.

-Solidarite kosusu yaparlar.

-Deli İbrahim'in cinsel cetelemesini bilem cikarırlar.

-Her sene coban cesmesini aciklarlar.

-Mezuniyet icin milyarlar verirler.

-Harem kizlarini incelerler.

-Edebiyat sempozyumunda cok guzel kahve yaparlar.

-Hep lacivert giyer, huyu bu kızımızın.

-Sacini acmaz hep toplar.

-Makyaj yapmaz, dogal guzellik :)

-Bir genc ki kulturlu

-Alkolik hocalarin agiz kokusunu cekerler.

-Nüfus sayimi yaparlar.

-Kimileri ispanyolca ogrenmeye cabalar onunla yetinmez latince ogrenicem diye tuturur. Hatta öğrenmek için latince-türkçe bir sözlük bile alırlar ve 25. sayfasına gelince sıçan kelimesiyle bulut kelimesini karıştırınca bırakmak zorunda kalırlar.

-Joaquin Cortes'i arzular:)

-Platon ile şölen yapar.

-Yeniçerilerden korkar.(Durum pek nazik!)

-Kendilerini şamanist zannedenler mevcuttur.

-Hatta kendisini bir satoda yasadıgını iddia edenler ve sovalyesini bekledigini soyleyenler vardır.
-Cadı olanlar vardır aralarında.

-Oryantalisttirler :(

-Selülit kremlerine karşıdırlar - dogal guzellik 2-

-Ama hep diyet yaparlar .

-Masallah devletli kizlarimizda hep altın oran vardır :-P

muhahaa :)....

03 Mayıs 2007

23:40

kafesten çıkmak, kurtulmak isteği ve tüm özgürlüklere sahip olabilmek, istediklerini, arzularını, tutkularını takip edip gerekirse onların kölesi bile olabilmek... ve bunları yapamamak kafesten dolayı, tıkanmak, zorlanmak, zorlamak, inlemek, ağlamak... olmuyor. saat 23:40. kurtar beni.

02 Mayıs 2007

Sahne'de bir ileri bir geri...



Sahneyi görünce birden kapladı içimi bir his. O nedenle olsa gerek kaleme alıyorum sahneyi. Sahnenin ne olduğu çok açık, kimisi küçük kimisi büyük tiyatro, dans ve müzik gibi sanatlarının performans gösterdiği alan bir nevi sergileme. Aslında daha ötesi de vardır sahnenin tanımında, oldukça geniş bir soyutlamaya girmek gerek anlatan için kelimeleri bulup ifade etmek bir o kadar zor ise karşıdakinin anlaması daha zor. Çünkü yaşamak gerek!

İnsanların yaşamları boyunca, tarihleri boyunca özgürlüklerini elde etmeye çalıştıklarına tanık olduk. Sartre özgürlüğe mahkum olduğumuzu söyledi, elde etmek için çabaladığımız özgürlük lanetliydi, bizler lanetli mahkumlardık. Kendimiz seçmeden dünya sahnesine, ortaya atılmıştık sonra da ne yaptıysak her şeyden sorumlu tutuluyorduk. Biz özgürüz ve bu bizi yaşam boyunca seçim yapmaya zorladı. Elimizde hiçbir anlam yok iken dolaşıyoruz sahnede, aslında her şeyin bir an biteceğini bile bile saçmalık içinde geçip gidiyor hayat bir ileri bir geri… Eğer her şey özden geliyorsa biz de kendi özümüzü oluşturacak isek bunu biz yaratmalıydık. Kimileri yarattı bu özü ne ile mi? İçlerindeki, doğalarındaki yaratıcılığı keşfederek, kendilerini ifade etmesini en iyi yolunun bedenlerinde bularak benliklerini, ruhlarını ortaya koyan sanatçılar.

Yüzyıllardır arana özgürlük aslında sahnede biliyor musun? Gerçeklerden kaçtığım, müziğin ritmine, melodisine ruhum ve bedenimle can verdiğim, gün ışığımın ise spotların, sahne ışıklarının olduğu bir alan. Boş, sessiz, hafif ayak sesleri…

Öncesinde biraz heyecan, stres, yaşam gibi, hani ne kadar çok stres var deyip hep durmadan şikayet ettiğimiz. Sanırım ben bu heyecanı da stresi de seviyorum. Mahkum olduğum bu özgürlüğü kavuşmaya biraz yaklaştım sanırım bilmiyorum ama kendimin yaratmış olması gereken özü yarattığıma inanıyorum. Kimi zaman, evet her şey gerçekten çok saçma aslında dediğim vakitleri anımsıyorum ve artık bir anlam yükleyebiliyorum…

Sahnede bir ileri bir geri saatimizi doldururken geç kalmış olmayalım. Durmadan etrafa savunup bahaneler üretmek yerine çok geçmeden özümüzü yaratıp -doğamızı keşfederek- insan halinin özünü yeniden keşfederek başlasak.

Sakın beni yanlış anlama ben bir çeşit Polyanna değilim. Etrafa gülücükler saçıp Candide misali algılamıyorum bu dünyayı. Bu sahnede bir gariban aktör olma diyorum sana, elbette bir anda duyulmayacak sesin, bir masaldı diyeceksin sadece gezinen bir gölgedir hayat diyeceksin biliyorum. Ama gürültü sadece gürültü yapan bir salağın anlattığı, anlamı olmayan bir gölge değil hayat! Sen duyuyor musun beni? Başını eğme, kaldır! Bak gözlerime. Sen kimsin?
--Yazan: BuSe

01 Mayıs 2007

1 Mayıs

Hafızasını kaybeden hatta hafızası kaybettirtilen halklar var önümüzde. Devletlerin çöküşü böyle sağlanıyor çünkü.

"La rue ou est née Tamina s'appelait rue Schwerinova. C'était pendant la guerre et Prague était occupée par les Allemands. Son pere est né avenue Tchernokostelecka -- avenue de l'église noire. C'était sous l'Autriche-Hongrie. Sa mere s'est installée chez son pere avenue du Maréchal-Foch. C'était apres la guerre de 14-18. Tamina a passé son enfance avenue Staline et c'est avenue de Vinohrady que son mari est venu la chercher pour la conduire a son nouveau foyer. Pourtant, c'était toujours la meme rue, on lui changeait seulement le nom, sans cesse, on lui lavait le cerveau pour l'abetir.
Dans les rues qui ne savent pas comment elle se nomment rodent les spectres des monuments renversés. Renversés par la Réforme tcheque, renversés par la Contre-Réforme autrichienne, renversés par la République tchécoslavaque, renversés par les communistes; meme les statues de Staline ont été renversés. A la place de tous ces monuments détruits des statues de Lénine poussent aujourd'hui dans toute la Boheme par milliers, elles poussent la-bas comme l'herbe sur les ruines, comme les fleurs mélancoliques de l'oubli."*

Başkalarının kelimeleriyle anlatmak demeye çalıştığımı çok daha kolay sanırım. Çünkü bu ülkelerin başlarına gelen ilk de değil son da. Bugün bir toplumun yaşadığını geçmişte yaşayan çok. Unutmamız bekleniyor işte tüm olanları tek tek - ki yapılan bir araştırmaya göre de 2 aymış Türk toplumunun hafızası. Uğur Mumcu'yu, Abdi İpekçi'yi, Hrant Dink'i 2 ayda unutuyoruz işte. Ve her şey devam ediyor hiç bir şey olmamışçasına. Ve bugün bunu yazmamın nedeni de 1 Mayıs... 1 Mayıs 1977'yi unutmamızı istiyorlar çünkü. Onca insanın ölümünü, ve de en önemlisi neden ve kimler tarafından öldüklerini hala bilmediğimizi unutmamız bekleniyor. Beyinlerimiz de "fleurs de l'oubli" lerin açması bekleniyor. Taksim'de gösteri yapmalarına hala izin vermiyorlar hatıraları canlanmasın ve galeyana gelmesinler diye. Peki o kadar mı salak olduklarını düşünüyorlar bu insanların. Onlar Taksim'de gösteri yapamadıkları için unutacaklar mı 30 yıl önce olanları, 30 yıl önce ölenleri... Ve bugün ne olacak? Biz unutacak mıyız 14 Nisan'ı veya GenelKurmay unutacak mı muhtırasını ve o cesur yazıdan sonra sineye mi çekecek olanları (darbe istediğimden değil meraktan). Danıştay'a saldırı peki, unutulacak mı? 4,5 yıldır olanlar geçiyor birer birer aklımdan; zina, imamhaaaaatip mevzuları, çocuk kitaplarına serpiştirilen zırvalar, evrim teorisi karşısında dursun diye milletvekillerine, bakanlara dağıtılan kitaplar... Ben de unutmuşum aslında olanları. Ama onlar unutmasın gene de, devam etsinler ısrara Taksim için, aralarından 100lercesi bugün gözaltına alınmış da olsa...

belki biraz karıştı gündemle geçmiş ama olsun hafıza bu, aradan ne çıkacağı belli olmuyor. işte bu yazılar ayık tutsun hafızamızı ve birbirimize sürekli hatırlatalım unutmamak için ve susmasın kinimiz gidişata karşı...

*Milan Kundera- Le livre du rire et de l'oubli