29 Temmuz 2008

recep ivedik neden tuttu?

Yıldırım Türker
17/03/2008 (18828 kişi okudu)
Şimdi anlıyor musunuz, 'Recep İvedik' filminin neden 3 milyon kişi tarafından izlenip rekor kırdığını? Ama zaten biliyordunuz, değil mi? Sulukule'yi yıkıyorlar. Dünyanın kılı kıpırdamıyor. Yalnız bir avuç insan, insan olmanın kendilerine dayattığı azim ve inatla orada, dozerlerin önüne çıkmaya çabalıyor. AKP'nin kalkınma hamlesinde küçük bir adım. Çingenelerin gözden ırak, cehenneme direk edilmeleri. Esmer vatandaşlar. Herkesin ağzına küfür olmuş adlarıyla, farklı bir hayatı, farklı bir varoluşu hatırlattıkları için, yoksul oldukları için, kayıtları eksik, vatandaşlıkları tartışmalı olduğu için, zaten kimsenin umurunda olmadıkları için, sokağa dökülüveriyorlar. Çoluk çocuk oturmuş, evlerinin yıkılışını seyrediyor. Bu bir temizlik harekâtı. Temizlik imandan gelir, biliyoruz. Çingeneleri üçkâğıtçı, hırsız, ahlaken büyümemiş insanlardan oluşan bir tür olarak gören, onlara uygulanan ayrımcılığın ayrımcılık olduğuna bile akıl erdiremeyen 'safkan kültürü'nün esirleriyiz hepimiz. Onları dağıtmanın, onca yıl taş üstüne taş koyarak oluşturmuş oldukları hayatı yerle bir etmenin kimi etkin çevrelerce temizlik olarak görülüyor olması, otoritenin projeyi uygulama konusundaki rahatlığının garantisi. Biz burada sıcak evlerimizde şarkılı türkülü Çingene dizilerini kahkahalarla seyrederken Sulukele'den gelen yıkım gürültüsünü işitemiyoruz. Ama zaten hayatımız korkunç bir gürültü keşmekeşi. Sulukulelilerin evlerine önceden atılan çarpı işaretlerini gördünüz mü? Böylesine incelikli bir üslup ancak Çingenelere reva görülürdü. Bir gün uyanıp evinizden çıktığınızda kapınızın, pencerenizin üstünde kırmızı bir çarpı görseniz... Hepimize İvedik 'get leyn'i çekiliyor da kimilerimize bir de tekme. En güldüreninden. Kapılarımıza kırmızı çarpılar; yakalarımıza, yakındır, birer kokart. Çingeneler, böylelikle aile albümümüzden hoyratça siliniyor. Oh. Laikçi-dinci-militarist-liberal bir rahatlama. Öte yandan Tuzla'da hâlâ işçiler yaralanıyor, işçiler ölüyor. Her gün, savaş skoru takip ettiğimiz gibi gazetelere bakıp, o gün ölen-yaralanan kaç işçi var, öğreniyoruz. Tuzla tersaneleri bir iş yeri değil, afet bölgesi. Taşeronlar tarafından pazarlanmış işçiler korkunç bir maceraya, ölümcül bir safariye çıkar gibi gidiyorlar işlerine. Üç kuruş kazanabilmek için. Onların asla engellenemeyen ölümleri bunca gürültü içinde hiç de kıyamet koparmıyor. Onlar vasıfsız, yurtsuz işçiler nasılsa. Köleler. Alınlarında kırmızı bir çarpının gölgesiyle doğmuşlar. Gözlerimizin önünde birer birer ölecekler. Şehit bile olamadan. Ama bu memleket asla sarsılmayacak. Bu milletin hiçbir bakanı koltuğundan olmayacak. İş, durmayacak. Yeni sosyal güvenlik tasarısında hırçın Başbakan'ın pek gurur duyduğu bir maddedir mutlaka. Artık onların eğitiminden taşeronlar değil, asıl işveren sorumlu olacakmış. Güzel. Kimin sorumluluğu altında ölecekleri belirlenmiş oluyor böylelikle.
Sosyal güvenlik Doğal olarak Recep İvedik'e gülen milletimin Başbakanı işçileri, memurları 'yalancı' ilan edebiliyor. IMF'nin dayatmasıyla hazırlanan yeni pakette öyle kahkahalık tekmeler, öyle koprofilik espriler var ki. Her alanda sendikalılaşmaya vurulan darbeler sonucu büyük bölümü kimsesiz kılınmış işçi-emekçilerin artık, kalkınma adına, köleleştirilmeleri gerekiyor. Kalkınma adına, ülkenin geleceği adına, elbette ilk gözden çıkarılacak olanlar onlar. En güçsüz, en korunmasız, en muhtaç. Bu paketin kanımca en çarpıcı yanı, mevsimlik işçilerin tamamıyla ve resmi olarak yok sayılması. Hani kamyonlara mal gibi doldurulup bir kısmı yollarda telef olan, çadırlarını jandarmanın beklediği, kırsal kesimdeki yoksulların en yoksulu olanlar. Kendi topraklarında doyamadıkları için kamyonlara doldurulup memleketin öte ucuna çalışmaya gidenler. Yerinden edilmiş olanlar. Hayvancılıkla, toprakla uğraşamayanlar. Üretebilseler, bunu satabilecek mekanizmalardan yoksun olanlar. Hani 'ora' diye bildiğimiz Güneydoğu'nun Başbakan tarafından tanıklıkları geçerli bulunmayan aç Kürtleri. Sayıları kayıtlara göre 190-200 bin civarında. Ama tarım sektörü uzmanları, mevsimlik işçilerin ailecek çalıştıklarını, çocukların da çalıştığını, kayıt dışılığın yüksekliğini hesaba katarak, bu rakamın gerçekte bir milyona yakın olduğunu tahmin ediyor. Yeni kölelik tasarısına göre senede 5-6 ay çalışıp yılın kalanını işsiz geçiren mevsimlik işçilerin emekli olabilmesi söz konusu değil. Yani yaşlanıp iş göremez hale geldiklerinde efendileri tarafından 'get leyn'lenip beş parasız azat edilecekler. Yeni yasa tasarısı, tedaviye ulaşabilmelerinin de önünü kesiyor. İşsiz kaldıklarında devlet hastane kapılarında onlara 'get leyn' diyecek. Kölelerin, hayatı beş para etmeyenlerin, gürültüden işitemediğimiz, keçeleşmiş vicdanımızda yeri olmayanların sonunun geldiğini şimdiden duyuralım. Başbakan, içimizi ferahlatmak için bu uygulamalara daha çok vakit olduğunu, kazanmış olduğumuz hakları kaybetmeyeceğimizi tekrarlıyor. Hiç hak kazanamamışlar zaten kimin umurunda?
Aynanın iki yüzü Başbakan İvedik'in DTP ile görüşmeme nedenini açıklaması da gürültü arasında kaynadı gitti. Bu memleketin başbakanı olarak PKK'yı terörist ilan etmeyenlerle görüşmeyeceğini belirtirken gurur şişinmesinden yüzü takallus etmişti. Oysa bu arada Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı DTP'lilerle görüşüyordu. Ucuz fırsatçılığının hiçbir temeli de yoktu. PKK'ya terörist demeyen Putin'le koyun kucak olup Meclis'e yüzbinlerce oy alarak girmiş milletvekilleriyle görüşmeme çalımını kimse yutmazdı. Başbakan, yüzünde Recep İvedik asabiyeti, Komiser Clouseau ciddiyetiyle Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde de Türk kadınını üçer çocuk doğurmaya memur etmişti. Nasılsa gururla sunduğu yasa tasarısında çocuk işçi çalıştırmak da kolaylaştırılıyor, çocuk suiistimali yasalarla güvence altına alınıyordu. Kadınların da çocukların da yeri böylelikle belirlenmiş oluyordu. Erdoğan, orduyu kazanmış olmanın verdiği küstahlıkla işçi ve memuru karşısına alma cüretini de gösterecek, ortalığı gürültüye boğacaktı. Ama bu kez de gizli ortağı, kankası laikçi Cumhuriyet neferleri anında yardımına koştu. Danıştay Başsavcısı Çölaşan hanım, darbe ve urgan methiyesiyle sivrilerek, olacakların haberini veriyordu belki de. Yargımızın önde gelen bir temsilcisi demokrasi düşmanı bir demeci böylesine rahatlıkla kamuoyuna postalıyabiliyordu. Sonra da ufkumuzda Yekta Güngör Özden'lerin, Vural Savaş'ların bir süredir boş kalmış postunu doldurmaya yeni bir kahraman belirdi. Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, bombasını patlattı. AKP'ye kapatma davası açtı. Böylelikle sözde mücadeleleriyle birbirlerini sürekli besleyip azmanlaştıran iki güç arasında kaldık yine. Gerçekten de böylesine asap bozucu, böylesine zeka özürlü bir komediyi hak ettiğimize inanmak istemiyorum.